Mesainin bitimine son bir saat kala, tek bir dakika bile çalışabilecek enerjimin kalmadığını fark ettim. Artık sadece yerli yersiz internet sitelerinde güncel haberleri okuyor, yapılabilecek aktivitelere göz gezdiriyordum. Gözüme ilişen bir sergi bir anda tüm merakımı uyandırmış, önümdeki ekrana daha yakınlaşmamı sağlamıştı. Serginin adı -A soft spot on tough skin- idi. Açılış seramonisi tam bir saat sonra başlayacaktı. Hayatın bu aralar beni bitmek bilmeyen tesadüflerle sınadığı bir dönem yaşattığını ayrıca belirtmek isterim. Tesadüf kelimesine kullanmayı pek sevmem ama halkımızın bu kadar içselleştirdiği bir kelimeyi es geçmek istemiyorum dolayısıyla ben tesadüf demeye devam edeceğim siz istediğiniz kelimeyle yerini doldurabilirsiniz. Burada özgürlüğü size bırakıyorum. Neyse, açılış konuşmasını kaçırmamak için serginin gerçekleşeceği apartmana tam vaktinde vardım, ancak içecek servisi yapacak ekip dışında henüz kimse sergide yoktu. Heykeltraş ve ressam olan sanatçılarımız, yaptıkları uzun yolculuk sonrası karınlarını doyurmak için sergi binasından ayrılmıştılar. Bu nedenle, serginin bir saat gecikmeli başlayacağı bilgisini içeri adım attığımda servis ekibinden öğrendim.. Bütün eserleri tek tek incelemeye başladım. Birbiri ardına incelediğim her eser bu sergiye gelmekle çok doğru bir karar verdiğimi onaylar şekilde büyük bir keyif almamı sağlıyordu. Özellikle bir eser vardı ki, aklım başımdan almıştı. Bu eserin karşısında dakikalarca dikilmiş, tüm detayları tek tek anlamak istemiştim. Sergiye dair beni üzen tek şey, bu eserlerin hikayesinin kısa bir yazıya dönüştürülmemiş olmasıydı. Her ne kadar, gördüğüm her esere bir hikaye yazdıysam da sanatçıların dünyasını da merak etmiyordum deği. Tabi ki bunun tamamen kişisel bir talep olduğunun altını çizmek isterim.
Aynı kişi olduğunu düşündüğüm bu iki erkek bedeninin kucaklaşması, birleşerek tek bir beden olmalarının yansımasını kolaylıkla görebiliyordum. Burada kullanılan renkler, iki farklı karakterin tek bir bedene dönüşeceğine dair anlamlı bulgular sunuyordu.. Bir tarafta aşkın, tutkunun, sevginin, hırsın, öfkenin, canlılığın hakim olduğu bir beden bulunurken; diğer tarafta ise huzurun, sakinliğin, bilgeliğin, gizemin, güç ve otoritenin hakim olduğu bir beden ile karşı karşıyaydım. Ayrıca bu bedenlerin birbirine sarıldığı anın resmedilmesi, bu iki karaktere dair çok şey söylüyordu. Duygusal dünyası çok daha derin olan sol taraftaki bedenin, diğer bedeni kucaklarken içinde bulunduğu o güçlü duygular tarafından kontrol edildiğini anlatıyordu. Sağ taraftaki beden ise, tam aksine tam da kendisinden beklenildiği gibi tüm bilgeliği ve huzuru ile kucaklıyordu. Sağ taraftaki bedene neden tam olarak bir yüz ifadesi verilmediğini görmek yüzümde hafif bir tebessüm oluşturmuştu.
İçecek servisi yapan elemanın araya girmesiyle bir rüyadan uyanmış gibi hissettim. Şampanya kadehine uzandım ve biraz temiz hava almak için dışarıya çıktım. Henüz iki sanatçı da ortalarda yoktu. İçkimi yudumlarken içeride gördüğüm her bir eser tek tek beliriveriyordu zihnimde Saati kontrol ediyor ve bu iki yetenekli sanatçıyı dinlemek için sabırsızlanıyordum. Heyecanımı size nasıl anlatabilirim emin değilim. Yine kendi kendimi gereksiz yere yükseltmeyi başarmış, yakın zamanda gerçekleşecek o aa dair olabilecek en mükemmel sahneleri oynamıştım zihnimde. Pek tabi ki her zaman zihnimde canlanan sahneler gerçekleşmiyordu. Cebimde hayal kırıklıkları ile hiçbir şey yaşanmamış gibi hayatıma devam ediyordum böyle durumlarda. Fakat nedense bu defa duymak istediğim hikayeye çok yakın olduğumu hissediyordum. Sigarayı bırakmış olmama rağmen, yılların alışkanlığı ve içinde bulunduğum şaşkın ruh haliyle sağ elimle sigara paketini yoklamak için tüm bedenimde gezdirirken, serginin olduğu sokağın hemen başında beliriveren kişinin kim olduğunu fark ettiğimde bu kadarı da çok fazla diyerek kahkaha attım. Bir hafta içinde üçüncü defa karşılaşmış olacaktım Edgar ile. Beni fark edecek kadar yakınıma geldiğinde, yüzünde beliren o şaşkınlık ve tatlı gülümseme zihnimde hiç unutulmamak üzere yerini aldı bile.
Edgar ile ilk tanışmamızın üzerinden henüz dört ay geçmişti. Şehrin oldukça hoş bir sahaf dükkanında, tarih kitaplarının bulunduğu bölümde karşılaşmıştık. Edgar raflarda yer alan Protestanlık tarihine dair kitapları tek tek inceledikten sonra kitapları özenle yerlerine bırakıyordu. Protestanlığa karşı içimde yeni yeni büyüyen merak kaçınılmaz bir şekilde Edgar ile tanışmama vesile olmuştu. Elimizde tuttuğumuz kitapları unutup koyu bir sohbetin ortasında bulmuştuk kendimizi. Muhabbetin devamında ise Edgar’ın daha önce çalıştığım şirkette çalışmaya başladığını öğrenmiştim. Hikayemizi daha ilginç kılan şey ise bu tanışmamızın ardından belli aralıklarla olur olmadık yerde karşılaşmamız oldu.
“Seninle bu sürpriz karşılaşmalarımız artık beni şaşırtmıyor…” diyerek içimi ısıtan bir gülümsemeyle yaklaşıp selamlaşıyor Edgar. “İnan bana, ben de artık hiç şaşırmıyorum fakat merak da ediyorum neden sürekli bir yerlerde karşılaşmamız gerektiğini.” diye yanıtlıyorum. “Sanırım bunu ikimiz de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. “ diyerek gizemi havada bırakmayı tercih ediyor Edgar. Verebilecek herhangi bir cevabım olmadığı için bu soruya ben de geçiştirmeyi tercih ediyorum. Onun yerine planının ne olduğunu öğrenmek daha cazip geliyor. Sergi sonrası bir yerlerde oturup bir şeyler içebilir miyiz anlamak istiyorum ancak Edgar zaten kız arkadaşıyla buluşmak üzere sergiye çok yakın bir bara gittiğini ifade ediyor. Beni de davet ediyor ve özel bir planlarının olmadığını, kız arkadaşıyla tanıştırmak için güzel bir fırsat olabileceğini belirtiyor. Serginin açılış günü olduğunu ve sanatçılarla tanışmak istediğimi ifade ettim. Birkaç eserin beni oldukça etkilediğini ve bi şekilde eserlerin yaratıcılarının neler hissettiğini bilmek istediğimi paylaştım kendisiyle.
“Benim umrumda olmazdı açıkçası. Senin neden merak ettiğini anlayamadım da doğrusu. Sanatçının dünyasını bilmek bizi hiçbir yere götürmez. Bunu çok iyi biliyorsun. Ayrıca neden kendi hayal dünyanı, bir sanatçının dünyasıyla karşılaştırmayı tercih etmek istiyorsun ki. Ha illa farklı bir perspektife ihtiyacın var bak, sana şahane bir teklifim var. O çok beğendiğin eserlerin fotoğraflarını çekelim ve birlikte değerlendirelim biralarımızı yudumlarken. Ne dersin?”
Edgar da öyle güçlü bir yetenek var ki, bazen hem karnınıza sert yumruklar yediğiniz o elin sahibi olabiliyor, hem de sizi düştüğünüz yerden ayağa kaldıran o el olabiliyor. Her cümlesi hatta her kelimesi oldukça güçlü duygusal bir etki bırakırken bunun yanı sıra tahmin edemediğiniz kadar sağlam bir destek olabiliyor. Kendisini tanıdığım bu kısa sürede üzerimde büyük bir etki bıraktığı gerçeğini saklamam artık mümkün değil. Hiç sıkılmadan, usanmadan her türlü konuyu kendisiyle konuşmaktan büyük bir keyif aldığımı çok iyi biliyor olmalı ki yine reddemeyeceğim bir teklifle geldi.
“Sanırım, sanatçılarla birkaç kelam etme fırsatını bekleyene kadar gelip size katılmak, benim için daha keyifli olacak.” diyerek Edgar’ın nazik teklifini kabul ediyorum. Elimdeki şampanya kadehini bırakmak ve eserlerin fotoğraflarını çekmek üzere serginin olduğu salona geçiyorum Edgar’ı dışarıda bırakarak.